Zor Zamanların Adamlarını Anlamak
- Dr.Aliosman Dağlı

- 28 Kas
- 3 dakikada okunur
Günümüzde birçok mirasyedi ve hazır bulucu sözde âlim ve münevver, tarihî şahsiyetler hakkında fikir beyan ederken zamanı, zemini ve şartları maalesef göz önünde bulundurmamaktadır. Anakronizm denen bu hatalı bakış, birçok kıymetli zatın yanlış tanınıp onlar hakkında sû-i zanda bulunulmasına yol açmaktadır. Özellikle mihne dönemlerinde yaşayan âlim, veli ve siyasetçiler, zalimlik, korkaklık ve basiretsizlikle itham edilmektedirler.
Hâlbuki bu zatlar, kendilerini tenkit eden kişilerden belki yüzlerce kat daha ferasetli ve cesurdurlar. Ancak henüz şartlar olgunlaşmadığı için susmuş ya da harekete geçmemişlerdir.
Örneğin, İmam-ı Âzam, İmam Zeyd bin Ali’nin kıyamına fiilen iştirak etmemiş, sadece maddî destek vermekle yetinmiştir. Çünkü henüz Emevîlerin iktidardan uzaklaştırılması için gerekli şart ve imkânların oluşmadığı kanaatindeydi. Ancak Abbâsîlerin kıyamını desteklemiş ve bu konuda birçok kişiyi de teşvik etmiştir. Bu durumdan anlaşılan şudur ki; İmam-ı Âzam, bir kişi ya da zümrenin gerekli şartlar oluşmadan hakkını aramak için başkaldırmasını makul karşılamamaktadır; ancak ısrarlı olanlara da engel olmamaktadır.
Yine tek parti döneminde irşat yapan Seyyid Abdülhakim Arvasî (k.s.) ve Ali Haydar Efendi (k.s.) gibi zatların temkinli yaklaşımı (haşâ) korkaklık olarak değerlendirilmemelidir. Nitekim bu zatların yetiştirdiği âlim, münevver ve siyaset adamları, uygun zemin bulunca fırsatı değerlendirmiş ve çok partili sisteme geçildikten sonra ortaya çıkan serbesti ortamında, milletimizin bilinçlenmesi yolunda büyük hizmetlerde bulunmuşlardır.
Her şeyden önce Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke ve Medine dönemleri göz önünde bulundurulduğunda, nasıl tavırlar sergilediği feraset ehli tarafından açıkça görülecektir.
Yine bazı dar bakışlı ve heyecanlarına yenik düşen kişiler, taktiksel geri çekilmeyi bir zafiyet olarak değerlendirip acımasızca yorumlar yapmaktadırlar. Hâlbuki bizzat Kur’ân-ı Kerim bunun cevazını bizlere beyan etmektedir. Ayeti kerimede “Savaş taktiği olarak düşmanı vurmak için çekilme, ya da diğer bir birliğe katılmak durumu hariç, böyle bir günde her kim onlara arkasını dönerse mutlaka o, Allah'ın gazabına uğramış olur. Onun varacağı yer de cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!” [1] buyurulmaktadır. Hudeybiye Antlaşması da bu durum için güzel bir misaldir. Ashab-ı Kirâm’dan bazıları ilk anda bu durumu fark edemeyerek böyle bir antlaşmanın hikmetini Peygamberimizden (s.a.v.) sormuşlardır. Geçen zaman, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bu konudaki kararının ne kadar isabetli olduğunu göstermiştir.
Günümüz âlim, münevver ve siyasetçileri içinde, aşırı tenkitlerde bulunup provokasyona yeltenen bazı kanaat önderleri, hem kendileri sû-i zan ederek vebale girmekte hem de birçok samimi fakat öngörüsüz kişileri felakete sürüklemektedirler. Hâlbuki olayları daha geniş bir perspektiften değerlendiren basiretli kişiler sabretmeyi bilmekte ve şartların olgunlaşmasının ehemmiyetini dile getirmektedirler.
Günümüzde yaşanan ve gözlerimizin önünde cereyan eden olayları ve onların aktörlerini bile anlamakta zorlanacağımızı göz önünde bulunduracak olursak, tarihî şahsiyetler hakkında fikir beyan etmenin ne kadar zor olduğunu daha iyi anlarız. Böylece tenkitte bulunacağımız zaman da daha dikkatli oluruz.
Sonuç olarak, yaşayan insanların bile hangi istikamette ve nasıl bir niyette olduğunu iyice kavramadan sû-i zanda bulunmak iftira olduğu gibi, vefat etmiş, soyları kesilmiş ve savunucuları olmayan kişilerin arkasından da yalan yanlış konuşmak iftiradır.
Yine tarihî şahsiyetlerin özel hayatını ilgilendiren, hasbelkader birileri tarafından ifşa edilmiş hata ve günahlarını dile getirmek gıybettir. Ancak utanmaksızın toplum önünde alenen işlenen ve kendilerinden tövbe edildiği bilinmeyen hata, kusur ve günahların kınanması caizdir. Fakat dili gıybet ve iftiraya düşmekten korumak için bunları anmaktan uzak kalmak daha hayırlıdır.
Yüce dinimize hizmet eden ve özellikle de son zamanlarda korkusuzca canı, malı ve itibarıyla fedakârlık yapan kişilere ise daha toleranslı davranılmalı ve hataları mümkün oldukça dile getirilmemelidir. Şayet zarureten söylenmişse, yaptığı hayırlı hizmetler ve fedakârlıklar akabinde zikredilmelidir. Olgun bir Müslüman’a düşen, iyilik gördüğü kişilere karşı vefakâr olup hayır duada bulunmaktır.
[1] Enfal Suresi /16.ayet



Yorumlar