top of page

MÜSLÜMANIN YUVASI

  • Yazarın fotoğrafı: Dr.Aliosman Dağlı
    Dr.Aliosman Dağlı
  • 19 Kas
  • 2 dakikada okunur

Bedene ruh üflendiğinde insan nasıl hayat buluyor, ruh bedenden ayrıldığında nasıl ölü kabul ediliyorsa; kültür de edebiyat, sanat ve mimariyle hayat kazanır. İslam mefkûresinin mikro düzeyde yaşanabilmesi için, İslâmî bir yaşam ortamının teşekkül ettirilmesi zaruridir. Aksi takdirde, sekülerizm başta olmak üzere çeşitli ideolojilerin etkisinde şekillenen mimari, İslam’ın yaşanmasını zorlaştıracaktır. Maalesef, kontrolsüz göçler ve buna bağlı kentleşmenin sonucu olarak önce tek gözlü gecekondular, ardından balık istifi apartmanlar hayatımıza girmiştir. Bırakın haremlik–selamlık diye tabir edilen mütedeyyin oturma düzenini, en temel ihtiyaçlar bile karşılanamaz hale gelmiştir. İnandığı gibi yaşayamayan İslâmî toplum, zaman içinde fiziksel koşulların zorlamasıyla büyük ölçüde sekülerleşmiştir. Daha üzücü olan ise, bunun farkında bile olmamalarıdır. Gün geçtikçe dinî hassasiyetler daha da azalmakta ve bu durum dindar kesim içinde normalleşmektedir.

Mesela 1990’lı yıllarda, dindar kesim boykotları doğal olarak uygulamakta ve bunu aşmak için herhangi bir çıkış yolu aramamakta idi. Yine, mütedeyyin bir Müslüman araştırmadan hiçbir lokantada yemek yemez ve özellikle hayvansal gıdaların menşeini iyice soruşturmadan tüketmezdi. Ev düzeni de İslâmî hassasiyete uygun şekilde tanzim edilirdi. Kapı çalındığında, imkân dâhilindeyse evin erkek çocuğu veya baba kapıya bakar; gelen kadın ise kapıyı tamamen açmadan muhatabına seslenirdi. Eve gelen kadın misafir ya bahçede ağırlanır ya da görüşme uzayacaksa başka bir zamana ertelenirdi. Evin erkeğinin bulunduğu bir haneye yabancı bir kadın, mahremi olmaksızın asla girmezdi. Misafirlik düzeni erkekler için de benzer şekilde uygulanırdı. Evde bir aile ağırlanacaksa, kadınlar varsa oturma odasına, yoksa mutfağa alınırdı. Ancak mutfakların son derece dar olması ve birçok hanede oturma odasının bulunmaması, misafirliğin İslâmî standartlara uygun biçimde yapılmasını neredeyse imkânsız hâle getiriyordu.

Mütedeyyin aileler ya tamamen misafir ağırlamayı bırakmış ya da kendi imkânları doğrultusunda farklı çözümler üretmeye çalışmışlardır. Kimileri oturma alanını bir perdeyle ikiye bölerken, kimileri ise odanın farklı köşelerinde mahremiyeti korumaya çabalamıştır. Fakat bu geçici çözümler zamanla şekli bir uygulamaya dönüşmüş ve büyük ölçüde terk edilmiştir. Kadınlı–erkekli oturmalar mütedeyyin kesimler arasında öyle yaygınlaşmıştır ki artık sohbetler bile karşılıklı yapılır hâle gelmiştir. Dinî hassasiyetlerini korumak için çabalayan kişilerin tutumları neredeyse aşırılık olarak değerlendirilmiştir. Başlangıçta imkânsızlık nedeniyle birlikte oturmaya mecbur kalan bu kesim, zamanla 3–5 odalı evlerde bile aynı şekilde oturmayı tercih etmeye başlamıştır.

Peki, İslâmî bir yaşam tarzı sürdürebilmek için nasıl bir evde yaşamak gerekir?

1.      Mescitlere ve sosyal alanlara yakın olmalı.

2.      Haremlik–selamlık oturmaya uygun tasarlanmalı.

3.      Mümkünse iki girişi bulunmalı.

4.      Lüks eşyalarla döşenmemeli.

5.      Kız ve erkek çocuklara farklı odalar tahsis edilmeli.

6.      Yatak odalarında ebeveyn banyosu olmalı.

7.      Mümkünse lavabo ayrı olmalı.

8.      Evlerin içi dışarıdan görünmeyecek şekilde düzenlenmeli.

9.      Çok katlı binalarda ses yalıtımı iyi yapılmalı.

10.  Elektrik, su, doğalgaz ve diğer enerji kaynakları verimli kullanılacak şekilde düzenlenmeli.

11.  İç ve dış süslemelerde dinî ve millî motifler tercih edilmeli.

Sonuç olarak, İslâmî bir yaşam tarzı, yalnızca inançla değil, evin düzeni ve mekânın tasarımıyla da doğrudan ilişkilidir. Ev, mahremiyeti koruyan, aile bağlarını güçlendiren ve kültürel değerlerle uyumlu bir şekilde düzenlenmelidir. Bu sayede, modern imkânsızlıklara rağmen İslâmî yaşam hem bireysel hem toplumsal düzeyde sürdürülebilir hâle gelir.

 
 
 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page