İYİLİK DAMARLARIMIZI KURUTMAYALIM
- Dr.Aliosman Dağlı

- 20 saat önce
- 3 dakikada okunur
İnsanoğlu, Rabbine karşı nankör olduğu gibi, hayır sahiplerine karşı da nankörlük edebilir. Ancak bu durum, fazilet sahibi kimseleri iyilik yapmaktan alıkoymamalıdır.
Hz. Ebû Bekir Sıddık, akrabalarından Mistah b. Üsâse adlı kişiye hem İslâm’dan önce hem de Müslüman olduktan sonra sürekli maddî ve manevî iyilikte bulunurdu. Fakat Hz. Peygamber’in goncası ve Hz. Ebû Bekir’in sevgili kızı Hazreti Âişe’ye atılan iftiraya Mistah’ın dil uzattığını duyunca, Hz. Ebû Bekir ona bir daha iyilikte bulunmayacağına yemin etti. Bunun ardından Yüce Mevlâ, “Sizden fazilet sahipleri iyilik yapmayacaklarına dair yemin etmesinler.” (Nûr Sûresi, 102/22) buyurarak, bu tavrın onun yüce makamına uygun düşmediğini bildirmiştir.
Günümüzde de benzeri durumlar zaman zaman ortaya çıkabilmektedir. Birçok hayır sahibi, yaşadıkları menfi tecrübelerden sonra ihtiyaç sahiplerinden uzak durur hâle gelmiş; ya bir aracı vasıtasıyla ya da kamu kurumları aracılığıyla hayır yapmayı sürdürmüştür. Kimileri ise hayır yapmayı tamamen bırakarak bunun tembelliğe ve hasede yol açtığı kanaatine varmıştır.
Önemli bir vakıf üniversitesinin Mütevelli Heyeti Başkanı, yalnız kaldığımız bir anda şöyle dedi: “Hocam, artık hayır yapmaktan korkar oldum. Ya sülük gibi yapışıyorlar ya da bunu adeta maaşlarını alırmışçasına beklenti hâline getiriyorlar. Bu yüzden zekâtımı bile veremez oldum. Sizden rica etsem, bunu benim adıma çevrenizdeki fakirlere dağıtır mısınız?” Böyle diyerek bir miktar zekât emanet etti. Yakın bir dostumuz da ekonomik sebepler nedeniyle yıllarca harçlık verdiği bir kişiye yardımı kesmek zorunda kalınca, o kişi önce soğuk davranmaya, ardından da irtibatı tamamen kesmeye başladı.
Günümüzde birçok engelliye, dul ve yetime ya da muhacire maddî ve manevî destekte bulunmak isteyen kimseler, yaftalanmaktan çekindikleri için bu kişilerden uzak durmaktadır. Ayrıca kendini fakir gösterip gerçekte ciddi imkânlara sahip olduğu sonradan anlaşılanlar da büyük hayal kırıklıklarına sebep olabilmektedir.
Merhum Hocam, Halîlürrahman Camii’nde görev yaptığı yıllarda, bir yaşlı kadının imam odasına girip sadaka istediğini görmüş. İmamlar ise, bu kişinin kapı kapı dolaşıp dilencilik yapmasına gönülleri razı olmadığından, aralarında her ay para toplayıp bu kadına vermeye başlamışlardı. Yıllar sonra, tesadüf eseri bu kadının Urfa'nın en zenginlerinden birinin annesi olduğunu öğrenmişler. Durumu bu kişiye anlattıklarında, “Hocam, annemiz babamla evlenmeden önce bir dilencinin kızıymış. Sonradan bu alışkanlığından vazgeçemediğini defalarca müşahede ettik. Ne kadar para verdiyseniz, hesaplayın; altın üzerinden size iade edeceğim.” diyerek annesinin aldığı yardımı ödemiş. Hocamız da o sıralarda evlatlarından birini baş göz etmek üzereymiş; yaptığı hayrın karşılığını hem sevap olarak hem de toplu bir para gelmesi şeklinde görmüş. Ancak bundan sonra da aklında bu tür insanlara karşı bir şüphe belirmiş.
Yine Hocamız, yardım ettiği bir hocanın her yıl bir kadın daha nikâhladığını öğrenince hayretler içerisinde kalmış ve ne söyleyeceğini şaşırmıştı. Hocam, “Artık buna yardım etmeyelim.” diyen M.K.’ya, “Hacı, bu bize güvenerek dört hanım almış, yirmiye yakın da çocuğu varmış. Bir öğretmen maaşıyla bunları besleyemez. Ne yapalım, yardım etmeye devam etsek iyi olur.” dedi.
Doksanlı yıllarda, henüz dinî grupların yaygınlaşmadığı bir sosyal ortamda, özellikle M.G.V. ve Ülkü Ocakları mahallelerde yardım kolisi dağıtırdı. Mahallemizin tamamına yakını fakirlerden oluşuyordu. Fakat mahallemizin en zenginlerinden Asım Amca, herkesten önce yardım kolisi almaya koşar ve hiçbir zaman boş dönmezdi. Dört katlı bir apartmanı ve ilçe merkezinde dört dairesi vardı. Herkes buna hayret ederdi, ama bir gün bu durumun ona döneceğini düşünürdü. Bu amcamızın dört kızı, dört zengin delikanlıyla evlendi. Hepsi iflas edip onun evine yerleşti ve yıllarca hem çocuklarına hem de damatlarına ve torunlarına bakmak zorunda kaldı.
Sonuç olarak, etrafımızdaki kötü örnekler bizim için emsal teşkil etmemeli ve iyilik damarlarımızı kurutmamalıdır. Her şeyi gören, bilen ve işiten Yüce Mevlâ’nın en güzel şekilde hükmedeceğini unutmamalıyız. Yukarıdaki yaşanmış olaylar hem yolumuzu aydınlatmalı hem de bu konudaki duyarlılığımızı güçlendirmelidir. Bu tür bir buhrana düşmüş kişilere ibretlik hikâyeleri anlatarak, onların Hak yolunda ve hayır işlerinde daima olmalarını sağlamak, bilinçli her Müslüman’ın topluma karşı görevidir.
Dr. Aliosman DAĞLI



Yorumlar