HİNDİSTAN NASIL İŞGAL EDİLDİ
- Dr.Aliosman Dağlı

- 20 Kas
- 2 dakikada okunur
Henüz tabiun döneminde Güney Hindistana giden müslüman tüccarların İslamı yaymaya başladığı bilinmektedir. Ancak Hindistanın gerçek manada fethi, Putkıran" lakabıyla tanınan Gazneli Mahmud Han zamanında başlayan ve Kuzey Hindistanı hedefleyen Hint seferleri ile olduğu bilinmektedir. Delhi sultanlıkları zamanında Kuzey Hindistan'ın İslamlaşması büyük ölçüde tamamlanmış ve Babürlüler zamanında Hindistan'ın tamamına yakını İslamlaşmıştır.
Yavuz Sultan Selim zamanında başlayan Akdeniz hakimiyeti, Barbaroslar ve bağlı kuvvetlerin desteğiyle Kanuni döneminde daha da pekişmiştir. Hem ipek hem de baharat yolunun kontrolünün Osmanlıların eline geçmesinin ardından Avrupalı tüccarlar yeni güzergahlar bulma arayışına girmişlerdir. Kimi kuzeye kimi batıya kimi de güneye doğru giderek zengin Hint topraklarına ulaşmayı hedeflemişlerdir. Afrikanın batı sahillerini takip ederek ümit burnunu keşfeden Portekizli kaşif Bartolomeu Dias buraya Fırtınalar Burnu adını vermiştir. (1488). Ancak Portekiz kralı II. John, Hindistan'a giden bu yolun adını Ümit Burnu olarak değiştirmiştir. Uzun yıllar Hindistan'a ulaşmak için mücadele edilmiş, İspanyolların ve Portekizlilerin İber yarım adasında ki mücadelesi, bu bölgede de devam etmiştir. Nihayet Papa VI. Alexander 1494 yılında imzalanan Tordesillas anlaşmasıyla sömürge bölgelerini doğu ve batı olarak ikiye taksim etmiştir. Doğu Portekizlilere, batı ise İspanyollara verilmiştir. Böylelikle mücadele kısmen de olsa sonlanmıştır. Daha sonra mücadeleye katılan Fransız ve İngilizler anlaşmazlığın yeniden başlamasına sebep olmuşlardır.
Avrupalı tüccarlar Hint alt kıtasını pazar haline getirmek için büyük şirketler kurmuşlardır. Bunların ileri gelenleri Portekiz-İngiliz-Hollanda-Danimarka-Fransa ve İsveç Doğu Hindistan şirketleridir. Bu şirketler bağlı oldukları devletlerin de desteğini alarak bir taraftan kendi aralarında mücadele ederken, diğer taraftan da yerel yöneticilerle siyasi ve iktisadi bağlar kurmaya çalışmışlardır. Bazı liman ve kaleleri anlaşmalarla elde eden bu şirketler yerel yöneticilerin arasındaki mücadelede de dönem dönen aktif rol oynamışlardır. Özellikle Babür Sultanlarının vefatları akabinde gerçekleşen taht kavgalarında farklı MİRZA'ları destekleyen bu şirketler, MİRZA'nın mücadeleyi kazanması halinde önemli imtiyazlar elde edebilmekteydiler. Bu arada binlerce mezhep ve yüzlerce dinden oluşan Hindistan'ın gayrimüslim halkını "Hindu" dini adı altında toplayarak Müslümanlara karşı topyekün hareket edebilme kabiliyetlerini geliştirmişlerdir. Oryantalistler, özellikle Alemgir Şah'ın müteşerri siyasetinin Hinduların ve Şii'lerin milli birliklerini tesis etmeleri açısından önemli bir sebep olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak bunun indirgemeci bir bakış açısı olduğu açıktır. Verilen bu tepkinin birçok sebepten belki sadece biri olabileceği daha isabetli bir görüş olduğu söylenebilir. Alemgir Şahın vefatından sonra doğal sınırlarına ulaşmış olan Babür İmparatorluğu, bir taraftan Şii'ler diğer taraftan Hindular, diğer bir taraftan da Mirza mücadelelerinin vermiş olduğu zayıflıkla gün be gün kan kaybetmiştir. Özellikle İngiliz Doğu Hindistan şirketinin etkin olduğu bölgelerde gün geçtikçe Babürlü devletinin iktidarının zayıfladığı görülmüştür. Dış saldırılar ve iç isyanlar hiç durmadan devam ederken, Babür Şahları İngilizlere sığınmaktan başka bir çare bulamamışlardır. İngiliz politikası sabırla beklediği avını pençeleri içine alarak 1858'de Hindistan, Kraliçe adına İngiliz Doğu Hindistan Şirketi tarafından işgal edilmiştir. İngiliz işgal güçlerinin toplamı 250.000 kişi olup yaklaşık 60.000’i İngiliz asıllıdır. Bazı kaynaklar muharip güçlerin sadece 10.000 olduğunu nakletmiştir.
Sonuç olarak dış kuvvetlerin egemenlik alanlarının genişletilmesi ve siyasi iç çekişmelerde bunlara dayanılması, ülkelerin işgalini son derece kolay hale getirmektedir. Hint alt kıtası gibi geniş bir coğrafyanın az bir güçle işgal edilebilmesi milli birlik ve beraberliğin ne kadar önemli olduğu, çatışma ve kutuplaşmanınsa ne kadar tehlike arz ettiğinin en büyük örneklerinden biridir. Çok milliyetli ve çok inançlı coğrafyalarda iç siyasetin belirlenmesinde hakim unsurun yanı sıra mülhak kuvvetlerin de ciddiye alınması hayati önem taşımaktadır. Aksi takdirde dış güçlerin bu zaafiyeti kullanmaları muhakkaktır.



Yorumlar