HER YASAL OLAN İSLAMÎ MİDİR?
- Dr.Aliosman Dağlı

- 21 Kas
- 2 dakikada okunur
Günümüzdeki hukuk sisteminin dayanağı ve kaynakları ile Şeriat-ı Ahmediyye’nin temelleri, bilindiği üzere birbirinden farklıdır. İslâm şeriatıyla yönetilen devletlerde günah, aynı zamanda suç olarak kabul edilir. Fakat seküler idarelerin yasakları doğrudan günah sayılmaz; ancak İslâm şeriatı tarafından da yasaklanıyorsa o zaman günah hükmüne girer. Nitekim içki içmek kanunen serbesttir; dolayısıyla suç değildir. Buna karşılık adam öldürmek hem kanunen suç hem de şer’an günahtır. Şer’an caiz olup kanunen suç sayılan fiillere örnek olarak ise çok evliliği gösterebiliriz. Maalesef günümüzde birçok kişi helal ile yasal olanı birbirine karıştırmaktadır. Meselâ içki satışından veya faizden elde edilen gelir kanunen geçerli olsa da haramdır ve mülkiyet hakkı doğurmaz. Bu tür gelirlerin, hak sahipleri ya da varisleri bulunabilirse onlara; bulunamazsa kamu yararına çalışan kurum veya kuruluşlara aktarılması gerekir. Sınırsız nafaka da bu kapsamdadır. İddet müddeti boyunca eşler, boşadıkları hanımların nafakasını karşılamakla yükümlüdür. Çocukların nafakası ise babaya aittir. Kız çocuğu evleninceye, erkek çocuğu ise buluğa erinceye kadar babanın sorumluluğu altındadır. Boşanmış bir kadının, iddeti bittikten sonra kanuni hakkına dayanarak eski eşinden cebren nafaka alması caiz değildir ve gasp hükmündedir. Mâlikî mezhebinin bir görüşüne göre, hâkim; geliri, hamisi ve mesleği olmayan boşanmış kadınlara bir veya iki yıl süreyle nafaka bağlayabilir. Bu süre, hâkimin durumun vahameti konusundaki tespitine göredir. Ancak yürürlükteki modern hukuka göre mehir adı altında bir hak bulunmadığı için, hakkını alamayan boşanmış kadınlar, bu miktarı tamamlayıncaya kadar yasal nafaka haklarını almaya devam edebilirler. Yine, sahte şahitlik ve yalan beyanla elde edilmiş menkul ve gayrimenkullerin iadesi farzdır. Herhangi bir zarara uğranılmışsa, bunun da ehli olanla istişare edilerek geri ödenmesi gerekir. Zorlanarak, tehdit edilerek veya aldatılarak mirastan mahrum edilen kadın, çocuk, engelli ve sefihlerin (maddî ilişkilerde kendi menfaatini gözetemeyen) mallarının iadesi de aynı şekilde farzdır. Devir yapılarak kanunen geri alınamaz hâle getirilen mallar, mülkiyeti bakımından herhangi bir değişiklik yaratmadığından hâlen mağdur kişilere aittir. İslâm şeriatına göre mirasta kadının hakkı bir, erkeğin hakkı ise ikidir; günümüz hukukunda ise paylaşım eşittir. Kadın, kardeşinin rızası olmadan, medeni hukuka dayanarak bu malı zimmetine geçirirse, bu durum yasal olarak geçerli olsa da şer’an gasptır. Bu durumun üzerinden ne kadar zaman ve nesil geçerse geçsin, hâlen bu mal erkek kardeşin ve varislerinindir. Bir kişinin yasal mal varlığı ne kadar büyük olursa olsun, eğer helal yolla kazanılmamışsa şer’an fakir sayılır. Bu nedenle zekât vermesi farz değildir; hatta zekât bile alabilir. Eğer malın içindeki helal miktar belirlenmişse, bu orana göre değerlendirme yapılarak kişinin fakir veya zengin olduğuna hükmedilir. Yine, helal parası nisap miktarına ulaşmayan kişilerin mal varlıkları yasal olarak ne kadar olursa olsun, zekât vermek, kurban kesmek, fitre vermek ve hacca gitmek onlara farz değildir. Eğer bu paralarla söz konusu ibadetleri yerine getirirlerse, ibadetler geçerli olur; ancak borç kalksa da makbul sayılmaz. Kazanılan ilk helal parayla sadaka verilerek bu miktarlar zimmetten düşürülür. Sonuç olarak, İslâmî hukukla yönetilmeyen ülkelerde yaşayan Müslümanlar, yasal olan ile şer’î olanın her zaman aynı olmayacağını iyice kavramak zorundadırlar. Yürürlükteki kanunlar gereği kendilerine bir hak tahakkuk etmişse, bunu ehline iade etmekle yükümlüdürler. Aksi takdirde başkasının hakkını gasbeden kimse hükmüne girer ve Allah “celle celaluhu” katında mesul olacaklarını unutmamalıdırlar. Bu konuda, başta ilim sahipleri olmak üzere tüm bilgi sahiplerinin Müslümanları bilinçlendirmesi gerekmektedir. Aksi hâlde, onlar da mesul olacaklarını unutmamalıdırlar.



Yorumlar