DUA MI EMİR Mİ?
- Dr.Aliosman Dağlı

- 23 Kas
- 3 dakikada okunur
Arapçada dua ve emir kalıpları sözcük düzeyinde aynı şekilde ifade edilir. Eğer hitap makamca yüce bir kişiye yönelikse “dua”, daha aşağı bir konumdaki kişiye yönelikse “emir” olarak değerlendirilir. Velhasıl, bu kullanımın ne anlama geldiği, bulunduğu bağlam incelendiğinde anlaşılır. Cenâb-ı Hak (c.c.) “Duanız olmazsa neye yararsınız?” (Furkân, 25/77) buyurarak duanın gerekliliğine; Hz. Peygamber (s.a.v.) ise “Dua ibadetin özüdür.” (T3371 Tirmizî, Deavât, 1) buyurarak onun önemine işaret etmişlerdir. Ayrıca din âlimleri, duanın fıtrî bir davranış olduğunu ifade etmişlerdir. Kulluğun ibadet, ubûdiyyet ve abdiyyet olmak üzere üç mertebesi bulunduğu göz önüne alındığında, duanın da bu mertebelere paralel olarak farklı derecelerde tezahür edeceği öngörülebilir. Kimileri, dünyevi korkulardan emin olup isteklerine kavuşmak; cehennemden korunmak ve cennete girmek için dua ederken, kimileri ise yalnızca Allah (c.c.) rızası gözeterek kulluk bilinciyle dua etmektedir.
Ancak günümüzde, duanın mahiyetinin tam olarak anlaşılamadığı, mahviyetten çok emirvari bir tavır taşıyan bazı uygulamalar özellikle sosyal medyada sıkça gündeme gelmektedir. Bu tür paylaşımlarda bulunanların hem yaşayışları hem de görünüşleri açısından dindar olmadıkları izlenimi oluşmaktadır. Bize de bu tür tavsiyelerde bulunmamız konusunda çevremizden, doğrudan veya dolaylı olarak sürekli baskı yapılmaktadır. Halbuki kulun bütün istek ve ihtiyaçları, Rabbi tarafından en ince detayına kadar bilinmektedir. Bu şuurda olan bir müminin, yazılım programı kodları gibi mekanik bir tavırla, bazı esmâ ve zikirleri de kullanarak, İslâm büyüklerince bilinmeyen şekillerde kabala ritüellerine benzeyen dualar yapması uygun değildir. Bu tarz dua ritüellerinin, bırakın Allah'a (c.c.) yaklaştırmayı, aksine uzaklaştıracağından şüphe yoktur. Kur’an-ı Kerim’de ve sünnet kaynaklarında öğretilen dualarda ise öncelikle alemlerin Rabbi olan Allah’ın (c.c.) yücelikleri zikredilir. Daha sonra, O’nun lütfundan nimetler istenir, hıfzına sığınılır ve nihayet hamd ve sena ile dua tamamlanır. Son olarak, büyük bir mahviyetle “Âmin” denir. Başta İmam-ı Nevevî’nin El-Ezkâr adlı eseri olmak üzere, birçok dua ve zikre dair eser İslâm âlimlerince kaleme alınmıştır. Biz de İmam-ı Suyûtî’nin Hısnü’l-Hasîn adlı eserini, Abdulğafur Pakistanî tarafından yapılan ihtisarı yeniden gözden geçirip tahriç ederek, mealleriyle birlikte yayına hazırladık. Günlük hiziplere ayrılan eser, mukaddime ve hatime dışında yedi bölümden oluşmaktadır. Her günün evradının önünde ve sonunda Salâtü’l-Terfîciye’ye yer verilmektedir.
Son dönemlerde ekonomik krizlere bağlı maddi sıkıntılar ve sekülerleşmeye dayalı manevi buhranlar, ruhî ve içtimâî sorunların artmasına yol açmaktadır. Psikiyatrist ve psikologlara başvuran kişiler, aradıkları kalp huzurunu bulamayınca havasla meşgul olan kişilere yönelmektedir. Maalesef bu kişilerin çoğu dünyaperest ve istismarcı olduğundan, birçok kişi yüce dinimizden soğumaktadır. Az sayıda ihlâslı mütehassıs, bu konudaki töhmetin tamamen kalkmasını sağlayamamaktadır. Bu durum, sözde bioenerjici, medyum, astrolog, sihirbaz, falcı ve cincilere alan açmaktadır. Bilgi kirliliğine bir nebze de olsa engel olmak amacıyla, Havas İlmihali adlı eseri kaleme alarak, Ehli Sünnet ulemasının bu konudaki birikimlerini elimizden geldiğince izah etmeye çalıştık. Eserin nazarî bölümleri şahsımızca; ameli bölümleri ise Recep Gümüş tarafından hazırlanmış ve Dehliz Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Eser, hem Ehli Sünnet ulemasının fıkhî görüşlerini hem de bu konuda mütehassıs velilerin tecrübelerini ana hatlarıyla beyan etmektedir. Bu eserimizde de gücümüz yettiğince, kulluk bilincini vurgulayarak hurafelere karşı uyarmayı amaçladık. Şifanın yalnızca Allah’tan (c.c.) geldiğini; okunan duanın ve okuyucusunun, sadece birer vesile olduğunu zihinlere nakşetmeye çalıştık.
Sonuç olarak, dua imanın bir gereği, kulluğun bir göstergesi ve acziyetin bir ifadesidir. Bu bilinçle ellerimizi semâya açmak ve kalbimizi Yüce Mevlâ’ya (c.c.) yöneltmek, bizleri asıl maksudumuz olan Rıza-i İlâhiye’ye ulaştırabilir. Aksi takdirde, niyetsiz ve düşüncesiz bir şekilde bazı isimleri ve zikirleri terennüm etmek yalnızca olumsuz sonuçlara yol açabilir. Dua ve niyazın temel niyeti ise, “İlâhî, Ente Maksûdî ve Ridâke Madlûbî” yani: “Allah’ım, maksadım sana kulluktur ve yalnızca senin rızanı istiyorum” olmalıdır. İşte bu bilinç ve samimiyet, duayı hakiki bir ibadet hâline getirmekle kalmaz, aynı zamanda kulun Yüce Mevlâ’ya yakınlaşmasına vesile olur.
Dr. Aliosman DAĞLI



Yorumlar